İnsanın yarattığı anlam dünyası varlık
olgusuna dayanır. İnsanlık tarihi bir anlamda varlığa, varlığın kökenine,
oluşum sürecine, gelişim seyrine ve varlığın amacına dair sorulan sorulara
ilişkin geliştirilen cevapların toplamıdır.
Varlığı toprağa dayandıran, varlık
ile toprağı özdeş gören, bu anlamda toprağa kutsallıklar atfeden nice inanç,
düşünce ve mitoloji olagelmiştir.
Özellikle de Kürdistan ve içinde
yer aldığı Ortadoğu bölgesinde toprak olgusu sadece geçmiş ve bugünü değil,
gelecek ütopyasını, hayallerini de şekillendirmektedir.
Kültürden sanata, bilimden
felsefeye, dinden ekonomiye, siyasal, askeri ve toplumsal sistemlere kadar
yaşamın her anında ve alanında toprak metaforu ile karşılaşmak, bir olgu olarak
ele almak mümkündür.
Çünkü her oluşum üzerinde var
olabileceği, şekillenip yükselebileceği bir zemine ihtiyaç duyar. Bu zemin
fizik alanı için olduğu kadar metafizik alanı için de geçerlidir.
Duygularımız, düşüncelerimiz,
arzularımız, hayallerimiz bir zemin üzerinden var olur ve gelişir. Hayatı
kurgularken öncelikle zaman-mekan diyalektiğini işletiriz.
Bu anlamda yaşanan tüm sorunların
da merkezinde, kaynağında toprağa dair yaşanan sorunların olduğunu söylemek
doğru olacaktır.
Toprağın hakimiyeti, ele
geçirilmesi ve sömürüsü üzerinden şekillenen feodal çağ her ne kadar sona ermiş
olsa da insanın toprakla olan mutlak ilişkisinden kaynaklı, kendini çok farklı
sunmaya çalışan kapitalist sistem bile ayakta kalabilmek ve ekonomi politiğini
sürdürebilmek için dünyanın çeşitli yerlerindeki coğrafyaları ekonomik, siyasi, askeri vb. açılardan dizayn
etmeye çalışır.
Bugün eğer kapitalist sistemin yapısal
kriz yaşadığı bir süreçte adına 3. Dünya Savaşı denilen sistem savaşları
Ortadoğu’da, Kürdistan’da çok boyutlu ve derinliğine yaşanıyorsa; bunun, bu
toprakların tarihiyle ilişkisi görülmek zorundadır.
Toprak insanı, insan toplumu,
toplum da kültürü, dili, inancı, bilimi, ahlak ve sistemleri yaratır veya tüm
bunlar onun üzerinden yükselir.
Yaşam diyalektiği kendini sürekli
üretmekle, var etmekle, bütünün içinde bir anlam kazanmakla mümkündür.
Var olmak, üretmek,
anlamlandırmak toplumsal özü şekillendirir. Oysa kapitalizm tüm bunların
tersidir ve her şeyi özünden uzaklaştırıp parçalayıp sınırsız bir yok etme ve
tüketme üzerinden yükselir.
Geldiğimiz aşamada kapitalist
sistem insana dair el atmadığı hiç bir şeyi bırakmamış, her şeyi bir tüketim
nesnesi haline getirmiştir.
Ve bu tüketimin gelip dayandığı
yer; boşluktur, kaostur. Boşluğu tüketemezsiniz, bir tüketim nesnesi haline
getirip piyasaya süremezsiniz.
Tüm bu gerçeklikler ışığında büyük
tahribatların yaşandığı, toplumların savaş denilen lanetli canavarla paramparça
edildiği, insanların anayurtlarından göç ettirildiği ve vahşi bir fiziksel,
kültürel, zihinsel ve ideolojik kıyıma uğratıldığı çağımızda insana dair
geliştirilmek istenen tüm kurtuluş reçeteleri varlığı güvence altına almak
zorundadır.
Ancak bu şekilde kapitalist
modernist sistemin yarattığı boşluk doldurulabilir, insan tekrardan anlam
dünyasına çekilerek özgür bir dünyanın inşasında aktif bir özne haline
getirilebilir.
Ülkemiz Kürdistan tüm bu çelişki
ve çatışmaların merkezinde yer almakta, Kürdistan toplumu üzerinde çok yönlü
bir baskı ve yok etme politikası yürütülmektedir.
Bu koşullarda ortaya çıkan ülkeyi
terk edip mültecileşme eğilimleri, başta Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli
yerlerine göç edip orada yeni bir yaşam kurabileceğini sanma yaklaşımları ham
bir hayalden de öteye ölümden beter bir tehlikeyi içeriyor.
Kuşkusuz bu eğilim ve yaklaşımlar
doğal bir sürecin sonucu olarak ortaya çıkmamaktadir. Aksine soykırımcı
sömürgeci güçlerin toplum içinde geliştirdiği bir eğilimdir.
“Kürdistan’da artık yaşanılamaz, Kürdistan
ve Kürt sorunu çözülemez, mücadele etmenin bir anlamı yoktur” düşüncesini
yaratmaya çalışan soykırımcı sömürgecilik, bu şekilde Kürdistan’ı Kürtsüzleştirmeyi
amaçlamaktadır.
İşgal ettiği yerlerde zorla demografyayı
değiştirmekte, dünyanın çeşitli yerlerinden getirdiği ve özellikle de
Suriye’deki savaştan kaçıp Türkiye’ye gelen insanları Bakurê Kürdistan’daki
çeşitli yerlere yerleştirmektedir.
Bu yetmezmiş gibi kirli
şebekeler, insan kaçakçılığı yapan çete örgütlenmeleri aracılığıyla 4 parça
Kürdistanı’nda Kürt gençlerini Avrupa vb. yerlere taşımaktadır.
Ülkelerinden koparılan ve mülteci
konumuna düşürülen bu insanları bekleyen ise ölüm ya da ölümden beter bir
kimliksizleşme olmaktadır.
Bu nedenle Kürdistan’da yaşam koşulları
ne kadar zor olursa olsun, soykırımcı sömürgeci saldırılar ne kadar vahşice
sürdürülürse sürdürülsün kendi topraklarımızda kalma ve yaşama konusunda
gösterilecek ısrar, insan olarak yaşama konusundaki ısrar olacaktır.
Çünkü insan ancak toplumuyla
insandır ve toplum kendi kökleri, toprağı üzerinde boy verir.
Bu temelde tüm bu kirli özel
savaş politika ve planlarına karşı duyarlı olmak, Kürdistan’da yaşama ve
mücadele etme kararlılığını, ısrarını, cesaretini göstermek her Kürt insanının
hem görevi hem de hakkıdır. Varlık ve özgürlük savaşı ancak bu şekilde zafere
ulaşacaktır.
Ulaş ARSLAN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html